12 Temmuz 2009 Pazar

rorschach'vari bir self-sağaltım


Korku filmlerindeki en dehşetli öğelerden biri, bedenin içine giren küçük kalabalık güruhtur. Mağdur ya da mağdure, inanamaz bakışlarını, öne doğru uzattığı elleri ve kollarında biçare gezdirirken, kamera bize onun gözlerinden bir bakışı lütfeder. Derinin hemen altındaki oraya buraya koşuşturan bir sürü kabartıyı görür, fena halde tiksiniriz, zira bundan ne kaçış, ne kurtuluş vardır ve kendi bedenin, düşman yatağı olmuştur. dehşetin son noktasıdır…

İşte bazen nereden çıktığı belirsiz darmadağınık öfke zerreleri aynen o düşman gibi tende karıncalanıyor ve onları alıp anlamlı uzun cümleler, mantıklı sebeplendirmeler haline getirmek üzere “bi dur” maya çalıştığında, daha da hızlı hareketlerle başka başka ruh hallerine dönüşüyorlar, avucunda yakalamaya çalıştığın su misali, parmaklarının arasından göz göre göre, akıp gidiyorlar ve geniş ayanla tutabildiğin o bir parça sıvıya karşılık tuhaf bir terk edilmişlik duygusuyla kalakalıyorsun.


Nereden çıktı.

Familyayla biraradalığın 10 günü geçmiş olmasından:

Familyanın iyi-kötü, şu-bu olmasıyla alâkasız olarak, bu özgür ruh çoook uzun zamandan beri kendi halinde olmaya alışkın olduğundan, kuşatılmış hissetmeye başladı muhtemelen.

İnsanların etraftaki sevgi yüklü varlığı, ortaklıkların, ihtiyaçların, zamanların ister istemez sürekli kesişmelere sebep olmasıyla, müdahaleden zerrece hoşlanmayan bünyende sanki sürekli bir dürtüklenmeye maruz kalıyor gibi hissediyorsun. Herhangi bir şekle bürünmeden, bir harekete geçmeden önce, etraftaki başkalarının varlıklarını fark edip, onlara göre, (yer, zaman) davranmak, orada değil burada oturmak, şu şeyin ortadan kalkmasını sağladıktan sonra öbürsüne başlamak, sesi biraz kısmak, içeriye kaçmak, dışarıya göçmek, seni çok yoruyor. Bir arada yaşamaya alışkın insanların farkında bile olmadan yaptıkları doğal tüm şeyleri, sen kendine çakmak zorunda kalıyorsun ve bu ekstra çaba seni zayıf düşürüyor.

Bunca abarttığından, hem dürtülmeleri (aslında seni dürten yok) hem yorgunluğu (bütün gün yaptığın “yorulacak” bişey yok), ancak tanımlayamadığın bir öfkenin ufak ufak, mayanın şekerli suda kudurmasınca küçük ama etkili öfke üretiyorsun. Daha da sevimsizi bu öfkeyi ne tam tanımlayıp bir şeye yönlendirebiliyorsun ne de lüzumsuzluğuna ikna olup, silip süpürebiliyorsun. Sakin kalmaya çalışıp, okuduğun kitaptan bir sayfa daha çevirirken, derinin altında kıpır kıpır edip, paragraflar arasında aklını ordan oraya, büyük harfle başlamayan, noktayla son bulamayan, bir yere varamayan cümlelerin taşkın sularına sürükleyip, zınk diye durduğunda her biri bir gölgeye kaçışarak, elle tutulur bir cümle, bir sebep, bir anlam bırakmadan ortalıkta, daha da yorulmuş bu zihnin, 2 dakika sonra geri almak üzere kitabı yana bırakmasına sebep oluyorlar. O kitabı tekrar eline alıyorsun, hiç bir şey olmamış gibi, çünkü o gölgeleri hissedebildiğin, ancak gözucunla bile göremediğin o 2 dakikada, gözlerini nereye diktiğinin bir anlamı bir önemi yok, ne de düşüncelerinin gittiği herhangi bir doğrultu. İpucu olmayan bir sherlock holmes gibi sebebi bir önceki paragrafın içerisinde aramak üzere sanal olay mahalline dönüyorsun, belki buradaki bir cümlenin çağrışımı, bir kelimenin tetiklemesiydi bu kısa hezeyan, onu geri dönüp bulmak lazım ki, yeter artık, olduğu gibi saçılsınlar heryere de toparlayayım, yere çarpsınlar beni ki, vurup ayağımı tırmanayım, ya da seveyim de oturup orada kalayım. Her neyse, her nasılsa, şeklini biçimini görüp kavrayayım…

Arada işte böyle, trajedi yaratmanın ayartıcılığına teslim olarak sebepleri kovalamaya devam edeyim

Bikaç gündür Terlik ve rüya sorunsalı.

Of, bu öfke kaynağı zaten yıllardır kendi başına varlığa dönüşmüş, ben onun kılıfıyım. Anahtarı, kilidi, kelepçesi hepsi benim, hepsi bende. Arada sırada sanırım, zayıf düştüğümde, peşpeşe birkaç rüya, ona bitişik gerçek hayattan bir katalizörle, içime sızar, sızım sızım sızıldar, atom bombasının havada asılı mantarı gibi elle tutulur ve tanıdıktır. Ondan bahsetmeye, açmaya, yaymaya, deşmeye gerek görmezsin, o senin kanserin, habis urundur, ehlileştirmedikçe kurtulamazsın. Sana eklediği, senden çıkarttığı, hepsi senindir, ve bir yandan tüm olumsuz görüntüsüne karşı seni ittirmiş, hareket ettirmiştir. Onu bilir, izlersin, tüm şekilleri “rorschach” gibi seni anlatır. O aslında bir sebep değil, sonuçtan az evvelidir. Ters gittiğini fark etmediğin şeyler olduğunda yüzeye çıkar, kolunu arkana çevirip öyle güzel burkar ki, duruşunu değiştirmen gerektiğini tüm bedeninle anlarsın.


Çirkindir (o yüzden çok güçlüdür). Büyütürsün, küçültürsün ama ipini kesip göndermezsin çünkü, işlevi budur, ve acıta acıta yapar görevini. Öfkeyle minnet duyarsın her badireden sonra, unutur gidersin bir sonraki sefere rüyana girene dek…


Yaşlılar ve kasvet:

Nedense yaşlılıktan, yaşlılardan bir kasvet yayılır gerçek hayatta. Gerçek hayatta diyorum , çünkü kitaplarda, filmlerde, dizilerde pekala şen yaşlılar vardır. Ve bunca sene ve tecrübeyi geride bırakınca insanın elinde en çok neşe kalması gerektiğine fena halde kanisin. Sen kanisin ama gerçek hayat her zamanki gibi başka telden çalıyor. Yıllarca başka başka yaşamların başka başka dertlerini aslında hep tek bir şeyden bahsettiklerini fark edemeden konuşmuş familya yaşlıları, ve onları ziyarete gelmiş başka başka çeşit çeşit orta yaşlılar, genç yaşlılar, onlar gibi yaşlılara tanık olup durmaktan yoruluyorsun. Müdahale arzun ve müdahale lüzumsuzluğu, üstüne müdahalenin kimin ne haddine olduğu gerçeğiyle, genel geçer saptamalar yaparak yırtmaya çalışıyorsun. Son yirmi yıldır, bir önceki yirmi yılı konuşup durmaktalar sanki ve sen anlamadığın sosyal bilimlerden saptamalarla ortalığa bir çeki düzen vermeye çalışıyorsun. Diyorsun ki bu sülalede (artık sınırı her nereden başlar merkezi nereye düşerse) üremeyle ilgili bir kırılma yaşandı ve bir kuşak doğamadan gümbürtüye gitti. Bundandır ki ortalıkta doğup büyüyen, koşup oynayan sabiler dikkati dağıtamadığından, aynı teraneler, yıllarca süren dizinin değişmeyen aynı kahramanları, taze kan olmaksızın döne dolaşa benzer maceralarla, ratingi yerle yeknesak, zevksiz bir diziyi iteleyip durmaktalar. Senin de sağlam bir köşesini işgal ettiğin bu çiftleşme ve üreme kırılması, seni boğan bu kasvetin sebeplerinden biri.

Sen seni boğanı doğuransın (elbette ve her zaman)


Hayat, hâd, emek, ve müdahale:

Yolda yürürken, yerde kocaman bir gazete parçası gördün, belli ki çöp, yolun ortasında bir işe yarıyor değil, hayata müdahale işte tam da oradadır, ve tam da o andır. Kişiselleştirmeden, eğil, al, at. Hepsi bu.

O gazete her şey olabilir. Her bir şey.

Gör, farkına var, ilişkilen, bunu yapmanın “o an” “senin” işin olduğunu kabul et, gerekli emeği ver, müdahale et. değiştir. İnsan değiştiren hayvan...


Etraf:

Etraf her zaman senin elini kolunu keser yanılsaması. Kimse kimseye bişey yapmaz. Ve de yapamaz. Ne de sen kimseye. Etraf da birçok sen hepitopu. Kendi böcüklerinden kurtulmaya çalışıp duran.

Kedi gibi kulaklarını arkaya dikip, tüylerin diken, bir yandan duyacağın tek bir sese, fark edeceğin tek bir harekete saldırmaya hazır bu gergin halden, yine bir kedi vazgeçişiyle sıyrıl. Git köşene ve bir güzel yalan.

Dürtüklemeler (sen öyle anlıyorsun) bırak devam etsinler, orada oturmayıp burada oturman gerekiyorsa (çünkü annen arkadaki dolaptan bişey alacakmış) tamam git başka yerde otur, acıkınca ye, susayınca iç, kazu kızı zaten bir 8 yıl neredeyse her sabah ve akşam gezdirdin, şimdi de gezdiriver, evet duşta baban var ve sen 10 dakika sonra girsen ölmezsin, ve bu 10 dakika armageddondan önceki 10 dakika değil, ve zaten senin de kıyamette pür-ü pak olmak gibi bir takıntın da yok. Ve evet insanlar yaşlanıyor, ve tekrar tekrar aynı şeyleri geveliyorlar, bu onları demek ki iyi hissettiriyor, onların adına kötü hissetmek ne haddine? Senin iki katın yaşanmışlıkla ne yapmaktan hoşlandıklarını sana mı soracaklar (senin yarın kadar yaşamış olsalardı da kendi keyiflerini sen mi daha iyi bilecektin) ve evet elbette hayata müdahale et, ama insanlara değil ve asla kat’a insanlara değil, onların senin “doğru” bulduğun müdahaleleri yapmadığı ama hep de “yanlış” bulduğun müdahaleleri yaptığı yargısını ve hatta tümden yargılamayı kes, (çok ayıp!), ve yargılanacak bişey de yok zaten, tabi ki biliyorsun, terlik-rüya sahibi başrolden düşmüş aktör altını çizmişti, “everything in its right place”


sentez

Mmmmh, evet.Daha iyisin. (şımarıksın sadece)


Şimdiiii:

Tamam bak: airbrush araştır, hatta al. şehre indiğinde boyaları da al, dedenin kaç zamandır istediği şu resmi yapın mügüyle, çünkü belki bunu yapmak için artık pek fazla zamanınız kalmadı…



Hiç yorum yok: