22 Aralık 2011 Perşembe

territory


kendi bölgesinin güvenli sınırlarını, işeyen bir köpek gibi işaretlemek üzere, kişisel kutsalların mihenk taşlarına, kerterizlerine hac ziyaretleri, arınma turları.



10 Haziran 2011 Cuma

tabiri caiz rüya

rüyalar rüya gibi değil hanidir. bu bir hastalık, bir anomali, bir semptom olabilir. gayet rasyonel, imledikleri gerçekler ayan beyan, işaretler, semboller için ne freud'a ne rüya tabirleri kitabındaki güvenilir hamınne vurgusuna ihtiyaç var. rüyalar, kırk yıllık kocanın tanıdık, huysuz, ekşi, şaşaasız ifadesi gibi. net. yine kaç gündür bulaşık yıkamıyorsun der gibi mesela. uykusuzsun, uykusuzluk seni hep bezgin yapar zaten gibi. seni önce tüm heyecanıyla sevdi, sonra sıkıldı artık sevmedi, senin heyecanların hiç onunkiler olmadı. gibi. ve hatta heyecanlarınız hiç aynı değil, bu iş o kadarcık bile olmayacak dediğini anlamak için ne birilerine "çok tuhaf bir rüya gördüm gene," diye anlatmaya başlamalı, ne de içeriye bakıp tekrar tekrar rüyayı kurarak gizli hissiyatlarımı dürtüklemeliyim. ayan beyan. bir yaz günü, güneş bulutun ardından çıkıp seni sıcağa boyadığında, ayağa kalkıp perdeyi çekmen gerektiğini bildiğin kadar biliyorsun işte rüyanın tabirini. şimdi methiyen bu aşikârlığına bile bile ladesin...

radyodan dilime dolanır parça...



26 Mayıs 2011 Perşembe

sayıkla sayıklayabildiğin kadar, blog senin


aşağıdakiler, baharın göbeğinden kışın ellerini bir türlü çekmediği gri nisan günlerinden birinde karalandı.
darmadağınıklığı korunarak, alakalı alakasız aktarıldı. beğenilmeyen yerler veto edildi, yazılmamış sayıldı.


"her yandan kelimeler saldırıyor ancak söyleyecek bir cümleye dönüşemiyorlar. yorgunluk bir tür sarhoşluk gibi, elime, koluma, elimdeki kaleme, ayağımı dayadığım sandalyeye, kafamı kaldırdığımda birdenbire önüme seriliveren sokağa yabancılaştırıyor. kelimeler her zamanki gibi kalemimden hızlı. yazmak ani bir ihtiyaç, özlediğim ikinci sesim, ama araya zaman girdiğinden ağır aksak, ritimsiz. uzun süredir görmediğim bir dost gibi uzun sessizlikler oluyor, ama bilirsin, üçbeş cümle sonra susturulamaz bir nehir olacaktır yarenlik. sokağa nazır masada konuşlanıp, gizli bir setin spotundaki kadar yalıtılmış tüm dünyadan, yazarak iyice uzaklaşmak ki kamera kalemin ucunda, her bir harfle imliyor zamanı, saatin saniyeyi atması gibi. evden ve rutinden uzaklaştırıp her bir tıkta yine de oraya giden zaman. yorgunluğun bahanesine sarılıp kaçtım rutinden. halbuki rutindir dinlendiren. zihni kararlardan azat eder. "

"ilk birayı susuzluğun iştahıyla yudumlarla yuvarlamak. biraya yuvarlanmak yakışır. koca bardağı yerine bıraktığında bir parmak eksilmiştir köpüğün izince. paçamda tek gözü kör, kuyruksuz bodur bir kedinin güvensiz temas arayışı. eksilerek büyümek. sana verecek hiç birşeyim yok, benimle oyalanma."

"bu yorgunlukla yazılan şeylerde hep bir burukluk, lüzumsuz bir hüzün kokusu. ama yazan bilir, bal gibi bezginliktir bu. ne hüzün kadar şiirsel, ne burukluk kadar cazibeli."

"dokunulmazlık. birden çiğdem geldi aklıma. bizden büyüktü. ankarada yaşadığı istila evlerden çıkıp gittiği mekanlarda birasını yuvarlayarak, müzik dinlerkenki haliyle tek başına. artık hayat daha kontrol altında. korkarım o da kira ödemek zorundadır."

"önümden geçip giden, kıçı sarmalayan bir külodun bana pek zarif gelen üçgeni. string giymeyerek şık olmaya ayak direyen. string giyip şık olmak da nedir?"


"karşıdaki sarsak görünümlü dev adama dair. onlara yumuşaklık yakıştırılır. bakarken, dokunurken, sararken. kocamanlıkları yeterince ayırdedici değilmiş gibi bir ekstra aksesuarları vardır. bir yelek gibi."

"kalabalığın görünmezliğine sığınıp kıçımı koyduğum yerde, memnun mesut ve kendimce bir huzur geliştirmeyi, durakalmayı deniyorum. yabancılık en rahat ettiğim evde olma hali. iddiasızlığın bir görünmezlik pelerini gibi beni sarıp sarmalamasını umarak. sadece bir yer kaplayıp, etrafı dinlemek. henüz müdavimi olmadığım bir müdavim mekanında bulunuşumun açıklaması. beni ben yapan şeylere, evime ve işime uzak, burada olmak bir yandan bir macera, ama ah aslında ben hep buradayım, bir müdavim olmayan, müdavimler arasında, bu beni açıklıyor. ancak bundaki öykü ne olabilir? nasıl bir kurgu beni içine kabul eder? durduğum yer dahil olmamı engelleyen bir yer. durduğum yer, tam da bu yüzden durduğumdan, beni öykülerden tükürüyor, kabul etmiyor, öğürüyor, kusuyor. böyle oldu. kabulümdür, böyle olacak.
kırık dökük cümlelerle yarım yamalak tanıklıklar durduğum yer. ben burada durmak ve bir öykü kurmak istiyorum ama öykü kahramanı olmaya cesareti olmayan birinin öyküsü nasıl da yalancı olur.
kendimi birden bu şarkıyı mırıldanırken buluyorum.




15 Ocak 2011 Cumartesi

geçen gün bir rüya gördüm:




öğrencilerle imişim birtakım. ancak 18-19 yaş civarındalar, üniversite öğrencileri olsalar gerek, ve bir yandan da yeni tanışmışız, sohbetteyiz ama böyle hani ben bir büyük, bir yetişkin olarak onlara hani anlam ifade eder, işe yarar birşeyler söylemek üzereyim, ve her ne anlatıyorsam onu bir örnekle açıklamak için eski bir tv dizisinden örnek veriyorum ve öyle anlaşılıyor ki onlar dizinin adını bile bilmiyorlar, fakat hani onların yaşı için evet biraz eski birşey seçmiş olabilirim ama hani bu bir klasiktir yahu falan diye düşünüyorum, ama hayır hiçbir işe yaramıyor, hatta konuya ilgilerini nasıl da yitiriverdiklerini görebiliyorum ve ben ifade etmek istediğimi işaret edecek başka bir örnek arıyorum fakat farkediyorum ki, onlarla iletişim kurabilecek ortak izlediğimiz, ilgilendiğimiz hiçbirşey kalmamış ve bu beni birden çok şaşırtıyor, çünkü hazzetmediğim şeylerden uzak dururken
(TV, gazete, tüketim, marka)

dilin ve kavramların değişiminden de uzak kaldığım için bir tür lisan kaybı yaşadığımı farkediyorum ve bir süre sonra insanlarla konuşacak ortak hiçbirşey bulamayacağımı, konuyu bulsam, ifade ederken çuvallayacağımı kavrayarak uyanıyorum...


"babamla iletişim çok zor. sadece isim ve ünlemleri biliyor."