27 Aralık 2008 Cumartesi

bunu yapayım I

hatırlayayım deyip de unuttuklarımdan, 20 ömür çıkar, yapılıp edilselerdi benden kat be kat leziz.

otobüste gelen vahiyler (farkındalık sırasınca) vol:2
yap bir oval kilden.
bir yumurta, güzel de bir kalıp al kim tutuyor seni?
sonra dök içine deneysel.



bi kere hatırla hani nasıl aciz kalmıştın beyaz tutkalla karılmış alçının karşısında? dene onu.
sonra da hatta şu duvar kağıdı tutkalını.
bi de beyaz çimento ile dökerken lütiyeye hediye edeceğin işi, kırmızı toz boya ile renklendir, yeşil ya da belki zaten yeşile döner, çivitle.
ne zamandır ertelediğin döküm oyuncaklarını yap, yumurta yumurta.

12 burç


ve onlar marduk tan geldiler.
12. gezegenden!
anunnakiler!
ve kendilerine işçi arılar yapmak istediler.
cromagnon insanı, insandan çok maymundu ama yine de maymundan çok insandı da.
aldılar kardılar karıştırdılar, o geni bu gene çatıştırdılar.
12 prototip yapıp bunlara gökteki takımyıldızların isimlerini verdiler.
kendine has ayrılıkları olan 12 tip.
gittiklerinde, düzenin karşıtı kaos dünyayı ele geçirdi.
çılgıncasına çiftleşti çiçeği burnunda homo sapiens.

tipler birbirine karıştı.

kadim bilgilerin izleri hep orda burda kaldı yine de.
prototipler burçlar oldu çıktı.
zihinsel spesiyalitelerimiz, aşk hayatlarımızın ipuçları.

belki yani...

26 Aralık 2008 Cuma

ACİL ALINTI (özdemir asaf çevirisidir)


reading zindanı baladı

...
ama gene de herkes sevdiğini öldürür,
bu böylece biline.
kimi bunu kin yüklü bakışlarıyla yapar,
kimi de okşayıcı bir söz ile öldürür,
korkak, bir öpücükle,
yüreklisi kılıçla, bir kılıçla öldürür!

kimi insan aşkını gençliğinde öldürür,
kimi sevgilisini yaşlılığına saklar;
bazıları öldürür arzunun elleriyle,
altın'ın elleriyle boğar bazı insanlar:
bunların en üstünü bıçak kullanır çünkü
böylelikle ölenler çabuk soğuyup donar.

kimi insan az sever, kimisi de çok uzun,
kimiler aşkı satar, kimiler satın alır;
kimileri de yapar bu işi göz yaşıyla,
kimilerinde aşka serinkanla kıyılır:
hemen hemen herkes bir türlü öldürür sevdiğini,
ama bundan ötürü herkes asılmamıştır.

...



NOT:Reading zindanı baladı (The Ballad of reading Gaol) Oscar Wilde tarafından yazılmış, 1898 de yayınlanmıştır.
Sanatçı, eşcinsel olduğu için, "ahlak dışı yaşam" suçundan 2 yıl reading hapishanesinde kaldığı sırada gördüğü, karısını öldüren, idam mahkumunun öyküsünü anlatır. şiirin en aslına yakın olanının özdemir asaf çevirisi olduğu ancak yine de orjinalinin çok daha çarpıcı olduğu söyleniyor.
yukarıdaki bölüm sadece küçük bir alıntıdır.

15 Aralık 2008 Pazartesi

ben sana hayran, sen cama tırman

bazen, birden birisinin bakınıverdiği kişi olursun ve ayan beyan görünür bu, da o kişi hiç de senin bakındığın birisi değildir tüm maharetlerine karşın.

14 Aralık 2008 Pazar

yol öncesi sızıldanmaları


(kayıtlara geçsin ki aşağıda yazılanlar kağıda, bundan 2 gün önce, yolculuğa kalkacak otobüsün saatini beklerken, bir bar masasında karalanmıştır, orta karar bir müzik ve bira eşliğinde)

border'ın line'ında, the edge'in de kenarında, öngörülmeye korkulmuş akıbeti bir yandan sindirmekle meşgulüm. bir yandan, ne umarsan bulduğun o olacaktır, hem "ne biliyoruz ki biz"vari kuantumsal gabgabaraklardan ürkerek, korktuğumca şekillendirmemeye çalışarak olan biteni, belki şöyledir, belki böyledirler kuruyorum, gel gör ki, ah ben bu ses tonunu çok iyi tanıyorum lanet olsun.
içerden bi yerden yükselen ve nükseden, "şamama kim sen kimsin" nakaratına utançla kulak tıkamaya çalışmam da cabası ki bu noktada kimin şamama kimin sen olduğunu, kim, nasıl tanımlar'dan bucak bucak kaçıyorum.

ses tonu identifikasyonu: TESELLİDAR
anneeeeeeeee! çok feci. eh şimdi yine bir "dur" zamanı. DUR.

eh kiminle dansediyorsun sen? ha? tecrübe önünde eğil.çözmüş kötü hissettirmeden vurkaç ı işte.
ama belki şöyledir, belki böyledir.
öğrenilmiş yalancı ilgi ile profesyonel kaçak arasında kalan genç kadın, yolculuklara atar bedenini de, başka yerde bulunmaklarda manevi uzaklaşmalar umar. ancak kafa mesafeyi beden gibi anlamaz, sağlamında da hastasında da bulunsa. beden mekanla işleyebilir ama zihin zamanı evirir çevirir kavramalarında, dank etmelerinde.

şimdi dur da bir kedi kayıtsızlığında, yalan, temizlen. bırak zaman dilin boyunca bedeninden kayıp gitsin. şükret.

yalnız kalmalar senin en yücelttiğin, süslediğin haller zaten. tanıksızlığına sığın. hazzını orada ara. eh, sen de bunda ustalaştın.

ama yine de belki şöyledir, belki böyledir. zaman. zaman...

heykel olsun, durakalsın bunların hepsi yahu. her nasıl olacaksa olsun. tüm bu yarım kalmalar, kırılganlıklar, kulak misafirlikleri ve tanıklıklar.
almalar... çalmalar...

13 Aralık 2008 Cumartesi

tebdil-i mekanda ferahlık vardır


yerdeğiştirme
bi sallar adamı.
her şehir, her semt başka haller barındırır.

dev bilardo masasında ordan oraya yuvarlanan bir top olduğunu bilen insan, şurda durmuşluğunu, burda durmuşluğunu alır sorulara boğar, meraklar inşa eder.
başka başka hayatların kıyılarının düzensiz med ceziri olmakla kendi değerini yeniden yeniden biçmelere çalışır.
başka hayatların kendi kıyılarına vurmasından hazlar tadar.
şurda ya da burda olmaklı tercihleri her seferinde alır, eğer büker. nasıl olurdu? acaba nasıl?

7 Aralık 2008 Pazar

bile bile lades vol. kimbilir kaç artık...


beden vefasızdır. ona verilen kurbanlar, kendi ruhumuzdan bedellerle beslenir.
beden unutkandır. aldığını yutup karadelik gibi gözlerden ıraklarda sindirirken daha, yeni açlıklarla güder seni.

emekten ilmeklerle kozalar yaparsın hediyeni, çıkan kelebeğin ömrünü bedenin bir haz anınca tadar. dokumanın hazzı daha da uzundur aslında. dokuyakoymak ister bi yandan, bi yandan da bedenine en olgun halini sarmalamak istersin. çiğnemektir zevkli olan, ama beden dayanamaz yutup tüketir.

zirveyi hoplayıp aştığında şimdi, olacak olan nedir, kalakalıp sorarsın. şimdi sırada ne var. kedi tokluğunda yalanıp, gözlerini kaçırır bedenin. hiç yememiş, hiç yutmamış, hatta hiç tatmamış gibi. ve sen de evet neredeyse aynen öyle hissedersin, izlememiş, dokumamış, çiğnememiş gibi.

ey aşilin oku. gel ve vurama beni. gel ve acıtama. gel ve gelmekte kal.
sesini duyayım.
ittirdiğin hava ancak yaklaşsın.
tehdidin ensemde, yapıp edeceklerimi anlamlandırsın.
ben ise artık ah bir namüdahil kalakalsam, dokunmasam. elime alıp oynamasam. dokunuşunu bilip tanımasam.

offfffff lanetli bilgi. neyin bilgisi ama bi dile gel. nedir acaba hayırı şimdi yapan. nedir imkansızzı derhal eden? hayallerin süslerini tarumar eden gerçekliği sarmalayan bu ahmak beden kimin için çalışır? kendi arzusunu bile atlatarak. nasıl neden belli olmadan kavrayıp kaypak hazzı, sahibini de kendini de şaşırtarak, kaç kişiyiz içeride, bir içeriye nasıl sığarak?

şimdi ne yapacağız?
neymiş bundan önce anlayan var mı?
ne oldu şimdi?
sarılmak sarılmak kalabilecek mi? sarılmak sarılmak mı?


ya sen bedenimin tuhaf hedefi, nasıl tavlandın söyler misin böyle anlamsız bir hazza?
duygusuz arzuya teslim olmazdın hani? teslim alan kim, söyler misin?
burkulmak. hastalıklı bu burkulmak.

5 Aralık 2008 Cuma

bir başka huzursuz ruh...


bluğ 16 da başlar taaaa 30 da biter.
yirmili yaşlar için kafası kesik koşturan tavuk görüntüsünden kurtulamıyorum.
bugün bir tane daha.
öyle güzel, öyle kırılgan...
benim o yaş hallerimdeki koşturmamdan başka bi koşturma. ama aynı bluğ. koşmak aynı.

ancak hep rasyonel oldum ben. batasıca, utanasıkıla, bağıra çağıra, göstere göstere rasyonal.
acımasızca. rasyonalliği silahlanarak. soyut ve sosyal her şeyi ordan oraya atıp parçalamacasına.
gülerek kırıp geçirmecesine.
bana hiçbir şey "dokunmazdı" çünkü. "aslında" kimseye hiçbişey dokunmazdı çünkü. kişi dokunmasını sağlardı. isterdi! ve kişi evet gayet de ne istediğine karar verirdi.
her şey somuttu.
abartacak bişey yoktu.
haz vardı.
oyun vardı.
kalanlar ödüller ve bedellerdi. ben bedelleri ödüllere tercih ettim bluğumda.
rüşvete inanmadım hiç.
tanrıya iyi olmayı ödül ve ceza ile öğrettiği için gıcık oldum.
kuyruğum hep dikti.
hikaye biriktiricisi olmak peşindeydim hep.
macera avcısı.
korkusuz feminist.
evrensel rasyonal.
insanı hiçbir canlıdan üstün tutmayacak kadar gayri"milliyetçi"
kimseye temas ihtiyacı duymayacak kadar sağlam.
"hak" olmadığından talep etmez.
"had" olmadığından müdahale etmez.
"üste vazife" olmadığından merak etmez.
19 yaşımda teşhisim kondu. "kokmaz bulaşmaz bişeysin sen."
ben bu teşhise bayıldım. söyleyen ilk erimdi. sırf bunu saptayabildiği için sevdim onun ilk erim olmasını. zaten toplam 2 kere oldu. zaten hiç bir bağ yoktu. bir sorunu çözdü, bir saptama yaptı. zaten benim ilk erim tam da bu kadar olduğundan harikuladeydi.
takip eden yıl bir başkası geldi. saptadı:"sanki hiçbirşey sana dokunamaz, içine giremez, üzerinden akıp gider, bedeninden kayıp geçer gibi" dedi.
ona 13 yıl aşık oldum.
sadece son bir buçuk yıl, artık bluğdan çıkmıştım ya, kayboldum, bağ kurdum. onüçyılda kendime rağmen inanıp benimsemeyi oyun gibi öğrendiğim aşkı, beğenmedim. gittim.
ilk depresyonum hayır bluğda değildi işte. bluğda kaya gibiydim, demir gibi. büyürken yumuşadım. kapılar yaptım, köprüler kurdum, ağlar attım.
sonra öfkeli bir çömez gibi kafasını uçurup ustamın, kapılarımı, köprülerimi, ağlarımı, kendimi işlemeye devam ettim öğrendiklerime kendimi ekleyerek.
onun dediği gibi "sadece su gibi akmak" istiyorum şimdi.
onun dinlettiği nakaratı mırıldanıyorum, doğruluğunu ondan değil taaaaa kendimden bilerek "everything's in its right place"
öyküler topluyorum. tekrar. toplamaya devam ediyorum yani.
depresyonumun sebebini bugün buldum. çoktan bitmiş depresyonumun.
kafasını kesip yardan aşşağı attığımda yari, yar ile ser arasında bir tercih yapmıştım. ancak onüç yıllık öğrenmede bir hatam olmuştu. hayatımda bir tek bu öyküde varım sanmaya başlamıştım. sanki başka hiç olmamış gibi.
ama şimdi biliyorum, heryerde öykü var, her adımda fışkırıyor. ve gözlerim nadide tanıklar, bedenim onların enstrümanı, aynı zamanda yönlendiricisi.
haz var.
oyun var.

bugünkü kırık bluğ güzel, çok güzel, çok tanıdık, çok güzel.
çok genç.
psikozu onun büyük öyküsü. çırılçıplak görüyorum. dışardan ayan beyan. o çok içerde, depderinde. çıkamaz. çıkmak isteyemez.
ben yetişkinim.
denemelere ve maceralara devam, ama kör tavuk koşuşuyla değil, tadına bakarak, buharını içime çekerek, lezizleri seçerek...
oyun var.
haz var.

3 Aralık 2008 Çarşamba

ağrının anatomisi


ağrıdan yaşlılar bahseder.
çekerken biz de ballandıraballandıra anlatmak istemez miyiz hiç. birini kıstırsak daaa... hiç bi tepki ifademizi karşılayamaz. ağrısız yarım kulak dinler. kulaktan kulağa böyle gider. yoksa, ı-ıh. dayanılır şey değil.
1. hayır ağrıya alışılmaz. ağrıyla aptallaşılır. her bir an dibine dek onu çekersin, anlar saat- gün hesabına vurulunca bunu yaşadığına inanamazsın.
2. ağrı mutluluğu tanımlar: ağrısızlık. bu hali daha ağrı başladıktan yarım saat sonra unutmuşsundur. eğer bi umarın yoksa. şükran; bi umar yüksek oranda vardır.
3. ağrı yaşamındaki duygusal fazlalıkları tespit eder. kıvranırken ve nasıl bir aptalsan da bekliyorsan saatlerdir ve daha da saatlerce bekleyeceğini bilerek, hayatını ve oraya topladığın karakterleri gözünün önüne getirirsin. duygusallıktan bir çöp yığını. yüzde onu bi ihtimal iyi de kötü de olsa değer. zaman eyleme. ayak oyunları. akıllı bir ağrı çeken ders alabilir umarım.
4. konuşmak iyi gelmez. ama kötü de gelmez. ağrı aynıdır ama dikkat bölünebilir. biriyle konuşmak değil. havaya konuşmak. biriyle konuşmak ağrıyı konuşulan kişinin böğrüne böğrüne saplayacağın bir kılıç gibi hayal ettiğin noktada onu derhal kendi iyiliği için kovalamak gerekir.
5. ağrı bakmayı güçleştirebilir. geçici bakışlarda yanılsamalrda oyalanma cesaretini kırsa da bi kaç saniyelik çalıntı alınamayan hazlara tanık olunabilir.
6. öyküler uydurtur. aağrı geçince anlamları kaybolmuş gibi gelir. çünkü ağrıyla yazılmaz. akılda kalanla ağrısızken yazılır. şiddet gitmiştir. ruhsakin köşesindeki yerine geri dönmüştür. tehdit altındaki boğa gibi matadorunu aramıyordur etrafta.
7. ağrı unutulmalıdır. pundunda bekleyen bir tehdit gibi kabul edilerek yaşanmaz. yoksa insan soyu bu sayıya asla varamazdı.
8.herkes dayanır.