1 Aralık 2012 Cumartesi

argo

ben doksanlarda gençtim en çok. bukowski, boris vian, jack kerouac, ingvar anbjörnsen, ve bilimum hırt, it, marjinal, uçuk, kaçık, sokaktan gelme şeyi okuduğum o zamanlarda, mesela düzüşmek derdik, ya da ne bileyim, başka bir sürü sokaktan terim, argo, severek beğenerek kullanırdık ve aradaki, gerçek sokakla, edebi sokak arasındaki farkı duymayı da sever, bi de üstüne ağzımıza ikisinin de eldiven gibi uyduğunu düşünür, çağımızda olmayı en çok argomuzla sezerdik.

büyümüş olmayı da öyle. hakan günday'ın "zargana"sını okudum, başka bir argo, başka bir sertlik, başka bir sokak.

keyif aldım, ama sahiplenemedim. işte o zaman, aha dedim. aha kızım, basbaya büyümüşün.

7 Ocak 2012 Cumartesi

dünden kalan sayıklama

hakkı mıdır, aksak salak kudretimin istikrar?

tarihte tekerrür. nesnede değişikliğe rağmen.


fasit daireler. belinin etrafında sonsuzca deneyip çeviremediğin hulahop. bir yerine temas ettiğinde tam karşıtı uzak düşer. oraya temas ettiğinde bir öncekini kaçırırsın. her bir yerine değecekse illa, beline bir kemer al ve sık iyice. pantolonlarını kıçından düşmekten korur. çok sıkıştığında varlığına küfürler edersin.


diğer tarafını izleyen aksak bir simetri. geride kalan ayna. ya da ileri giden. tam o anda neyi nasıl yaptığını ona bakarak göremezsin. sen beklesen de aksin eskimiştir tanıyamazsın. kırmak yedi yıl uğursuzluk.


yine fasit daire. deliliğini görenin deliliğini arttırması. tanığın kendi deliliğini, gördüğü deliliğin tetiklemesi. mıknatısın iten uçları. işlevine uyup çekmediği için cazip, ama işlevi itmek olduğu için işlevsiz.

aklını kapıdan gelen tereddütlü adımlardan çek...


illizyon, gönüllü halüsülasyon
pelerine de bayılırsın ancak tutulmaz. tırnağını kırarsın. uzak tutar. bazen görünmez eyler. yapıp ettiğin tehditkar bir hamle olur. ona göre savrulur ya da durur.


durma şekilleri icat etmek. kalma. aysberg oluverirsin. üçte ikin suyun altında salt kötülük. yalancılığın üçte birlik bir vitrin. üstün yalancı yansımalar, altın pusuda bekleyen tehlike. ne kadar titanik var idiyse batırdın. onlar batmaya yapılmamıştı. müzik eşliğinde gururla siliniverdiler gerçeklikten kendi efsanelerine.


sözler ağzından havaya karışır karışmaz birşeylerle tepkimeye girdi. karbon olsa gerek. canlılığın kararsız mutlak gerekliliği. zihninde gerçek olan havada titreşip inandırmayıcı oldu. ne kadar farklı da ifade etsen değişmez. özneyi nesneye katsan, eylemi yumuşatsan, zarflarla dönüştürsen, zamirleri terbiyeli kullansan. ne yapsan ağzından sevimsiz bir oyun çıktı. kadın sesi o kadar da makbul değil, şaytan onun ağzından konuşur. niyetin akıbete varamadan kirlendi, akışkanlığın bununla lekelendi. gerçek hayatta şeyler geri alınamaz. tam görüldüğün gibi kalakalırsın. gözüne ışık tutulmuş puhu kuşu. üstelik hareketsizlik en güçlü yanın da değildir hani. görebilmek için neler olduğunu gözlerini sağa sola oynatmak ayrı bir fiyasko!


çaban tüm kapanlarda olduğu gibi hepi topu daha çok sıkıştırır seni. bırak ayağını kaç. bu ayaklar tekrar uzar. tekrar. tekrar. her bir kapana başka başka kısılabilmek, bastığı her bir yeri başka bir kapana dönüştürebilmek için. üzerinde dengeni bulup yürümen gereken o ayağı, toprak ezmek nesnesi diye bildiğinde, kapanıverir işte böyle. onu zehirleyen ayakkabılarını birdenbire çıkarıp toprağa basma hevesin. sadece senin hevesin çünkü. ona "toprak" demen bile toprak olmamayı emreder. ah bu fütursuzluk, bu cahil cüreti, bu haddini bilmezlik!


yaşamın dayatmalarına benzer. merak ve coşku ağızda emrivakinin sevimsiz tadını bırakır.