23 Ocak 2010 Cumartesi

zeitgeist der ki!

1) Citibank, JP Morgan Chase ve Bank of America’yı boykot edin. Bunlarda banka hesabınız veya kredi kartınız varsa, paranızı başka bankaya yatırın.

2) Televizyon haberlerini kapatın. Haber almak için internetteki bağımsız haber ajanslarını ziyaret edin. İnternetteki serbest bilgi akışından dolayı, kurulu düzen kontrolünü kaybediyor. İnterneti her zaman korumalıyız, çünkü bugün gerçek kurtarıcımız odur.

3) Kendinizin, ailenizin veya tanıdığınız herhangi birinin askeriyeye katılmasına asla izin vermeyin. Irak’taki ABD askerleri, ABD şirketleri için çalışıyorlar, insanlar için değil.

4) Enerji şirketlerini desteklemeyi bırakın. Müstakil bir evde yaşıyorsanız, şehir şebekesinden çıkın. Evinizi temiz enerji ile kendi kendini idare edecek hale getirmenin yollarını araştırın. Araba kullanıyorsanız, bulabildiğiniz en küçük arabayı alın.

5) Politik düzeni reddedin. Demokrasi aldatmacası zekamıza hakarettir. Parasal sistem içinde asla gerçek bir demokrasi olmamıştır, olmayacaktır. Aynı şirketler tarafından yönetilen iki partimiz var.

6) Harekete katılın. www.thezeitgeistmovement.com’a girin. Bize sosyal değişim için yaratacağımız, dünyanın daha önce hiç görmediği büyüklükteki kitle eylemi için destek olun.


memnuniyetle!

7 Ocak 2010 Perşembe

mesih kompleksine dair

en aşağıda sabrımın kopyalamaya ancak dayanabildiği 25 film var. www.imdb.com'da yaptığım anahtar kelime aramasından çıkan 86 sonucun içerisinden seçtiğim 25 film. aramayı yaptığım anahtar kelime "CHOSEN ONE" yani "SEÇİLMİŞ KİŞİ".

dün izlediğim AVATAR filminin etkisinde fena kalmışım demektir. Cameron abiye yazın bir puan daha! aşağıdaki listede avatar henüz yok, az zamanda olacaktır eminim.

86 sonuç azalan popülerlik kıstasıyla dizilmişti. tanımlarında anahtar kelime olarak "seçilmiş kişi" geçen dizileri, bilgisayar oyunlarını ve tv filmlerini eleyerek aşağıdaki listeyi yaptım. ki daha da devam edebilirdim.
hatta ilgilenenlere link buyurunuz:
http://www.imdb.com/keyword/chosen-one/

geleliiiiiim:

neden delirdim?
yorgun bir kafa ile okuldan çıkmış, durağıma yürürken birden bu "tek adam" hastalığımıza takılıverdim işte. seçilmiş kahramanlarla dolu filmleri düşündüm. çoklukla ne idüğü belirsiz bir mukadderattır seçilmişlik. kahramanımızın bile önce buna ikna olması gerekir. ama işte elini taşın altına koyduktan sonradır kiiiii, yer yerinden oynar, hiçbişeyler ona rakip olamaz, en zorlu deneyimler ona ballı börek gelir, sapır sapır dökülen ahaliye inat seçilmiş olan fena halde seçilmiştir.

doğu ile batı arasındaki farka atlayıveriyor birden zihnim. batı "sen de olabilirsin" der, ama o kadar yukarıdan gelir ki bu seçilme hali biz sıradan insanlar inanamayız "o" olabileceğimize. inandırmaz da aslında bir yandan. seçilmişi bekleyip duran güçsüz bireyleri sever (komplo teorisyeni yanım) ilahi dinler de beslemişlerdir bunu. orada bir yerde bir asma kat vardır ki, varıp da aşağılara ordan bakmak sıradan insana yazılmamıştır!
doğu ise, farkındalığına vardığın an zaten "o" olduğunu söyler. biricik ama yine de aynı bütünün parçası olduğunu. zaten bir "seçilmiş" kadar değerli olduğunu. batı bombardımanına fena halde maruz kalmış bünyenin kafası karışır ister istemez...

avatar'da bu kadar canımı sıkan buydu sanırım bir yandan. hem doğunun, filmde geçtiği haliyle: "we don't own it we are part of it" yani, "ona sahip değiliz, onun parçasıyız" diyeceksin, hem de batı modeli bir kahraman yaratacaksın...

sanırım en yutamadığım bu oldu.



yazımı the matrix'ten en sevdiğim bir alıntıyla sonlandırıyorum, ama elbette yorumumu ekleyerek:

"it's different to know the path and to walk the path"

"yolu bilmek başka, yolda yürümek başka şeydir"

ve içeride biryerlerde evet elbette hepimiz yolda yürümeyi gayet iyi biliyoruz. sadece dikkatimizi dağıtanlar nelerdir, yol nedir algıları açmak lazım.



bir giriş




james cameron ihtişam ve klişe anlamına gelen amerikalı bir yönetmendir benim için ve yine yeni yeniden, avatar sonrası, evet halen öyledir.

daha sonraya bırakmak zorundayım, gözlerim kapanıyor, ancak tepemin ilk nerede attığını söylemeden uyuyamam. na'vi ablamız neytiri ile avatarında ikame etmekte olan muhteşem insan örneği jakesully birbirlerine ilanı aşk edip öpüştüklerinde! (bikaç yıl uyunarak varılabilen "pandora"da da aşk ifadesi olan öpücüğü, evrensel addetmekle kalmayıp, fransızların da tüm kainatta bu bahisteki tanıtımlarının layıkıyla yapılacağına inanmak istiyorum!) evet tam o zaman. işte o an film beklenen raya oturmuş, doludizgin klişe rekorlarına koşmuştur.

eklemem gerekir ki, yeraltında az bi zenginliği olan her bir milletin ufak ufak kendi "database" ağaçlarını türetme yönünde çalışmaya başlamaları elzemdir. çünkü çok uluslu şirketler (amerika eliyle) her daim bi yerlerdeki bir takım kaynaklara göz dikip, filmde "dünya" insanlarının yaptıklarını dünyanın herbir yerinde yapıp durmaktadır. ırak halkı doğayla barışık olsa bir milyon kişi ölmeyecekti mi demeli? bir ayı dolmadan hiper gişe yapan filmde, bakmak gerek bilmemkaç izleyici aynı anda aynı şeye gıcık olup, aynı şeye hislenirken, dünyada herbir an aynı ritüel tekrarlanıyor tekrarlanıyor tekrarlanıyor. james abi de arada sırada birkaç cümleyle gönderme yapmış zaten.
(tembellik edip alıntıyı imdb'den yaptım, sadece fragman alıntıları vardı:( idare ediniz.) başka bir çok örnek izlerken farkedilebilir.


Jakesully: They've sent us a message... that they can take whatever they want. Well we will send them a message. That this... this is our land!
Jakesully: bize bir mesaj gönderdiler... istedikleri herşeyi alabilirlermiş. pekala, biz de onlara bir mesaj göndereceğiz. burası bizim topraklarımız!

eh bunu halen demek isteyen, demesi gereken, demekte olan bir çok yer var, ama tercihen uzaylıları daha sempatik buluyoruz.
(shell, nijerya'nın tümünü ısıtabilecek petrol artığını, tesis kurmaya para harcamak istemediği için basitçe yakarak yokediyor ve o topraklarda yaşayan insanları zehirliyor. onların topraklarından çaldığı kaynakla, bırak onlara yardım etmeyi, bir de öldürüyor. eh, anlaşmalar halklarla yapılmaz...)


AVATAR:
evet doğa ne güzel. spritüelizm ekle sübtil olsun, harmoni hallelujah, aşk olmazsa olmaz, kötü adam çok kötü olsun, ne kadar negatifimiz varsa alsın toplasın, görsellik, yepisyeni teknoloji, çin de üretilmiş gözlükler. (parayla verir, geri de alırız)

haklı öfke, doğru tarafta olma, garantili sunum. bize tam da lazım olan budur.

kazandırdığımız milyarlarından kesilecek vergi, neredeki hangi kaynağı çalmaya çıkarılacak askeri bütçeye destek olacak acaba?


zeitgeist addendumdan derlenen, bu güne kadar kaynak kurutmak amaçlı bir kısım hareket:

1953 İran: Petrolün yabancı şirketelere daha pahalıya mal olmasına neden olan Musaddık rejiminin devrilip yerine Şah Pehlevi’nin getirilmesi.

1954 Guatemala: Yönetime geldikten sonra yabancı şirketlerin çıkarlarına zarar veren Arbenz’in devrilip yerine şirketlerin eski pozisyonlarına dönmesini sağlayacak birinin getirilmesi.

1981 Ekvador: Ülkesindeki petrol kaynaklarının kontrolünü ele geçirip çıkartılan petrolden ABD’nin çokuluslu şirketleri yerine halkının yararlanmasını isteyen Jaime Roldos’un şaibeli bir uçak kazasında ölümü.

1981 Panama: Kanalı geri alan Başkan Omar Torrijos’un bir uçak kazasında ölümü.

2002 Venezüela: Venezüella petrolünü Venezüella halkı için kullanmaya çalışan Chavez’e CIA destekli darbe düzenlenmesi.

2003 Irak: Saddam’ı ekonomik ya da siyasi anlamda iktidardan düşüremeyen ABD’nin askerlerini yollayıp devirmesi…

4 Ocak 2010 Pazartesi

muhteşem gatsby

kitap değiştirme vaktim gelmişti. gittim atatürk kitaplığına. iştahla önce bir polisiye aldım, şu geçen sefer okuduğum yazarın bir başka kitabı, o serilerden biri, "bir kate brannigan polisiyesi" hasstasıyım bunların... gerçi daha çok finansal suçlarla ilgilenen bir dedektif ve mümkün değil kinsey milhone cuğumun yerini tutamaz, ama kadın dedektif iyidir...

neyse polisiyeden sonra yine kendimi tutamayıp ilk raftan tekrar aramaya başladım yeni birşeyler. bu bende saplantı olmak üzere. her seferinde en baştan başlıyorum, bu yüzden büyük ihtimalle halen bakmadığım raflarda bir sürü şeyi kaçırıyorum.
neyse.
birden "muhteşem gatsby"yi gördüm. bir sürü alıntıyla çıktı karşıma, bir sürü yazarın bu kitaptan çok etkilendiğini okudum. hep "bir gün okunacaklar" listemdeydi. bir gün. aynı truman capote gibi. ya da james joyce.
ama bu sefer ertelemedim çünkü iadeye getirdiğim kitabın kahramanı (murakami'nin imkansızın şarkısı'ndaki Watanabe) bu kitabı çok seviyordu ve durup durup okuyordu.
böylece aldım elime kitabı, eski bir basım. pek de ince. acaba orijinali mi böyle yoksa kısaltılmış mı diye mızıklandım. evirip çevirirken çevirmene baktım. Can YÜCEL. artık başka hiçbirşey düşünmeden doğru görevlinin yanına giderek ödünç aldım kitabı. metroda dayanamadan göz attım. ama aslında sanki can yücel in yazdığı birşeyi okuyordum ve aslında ilk cümlede de doğru hissettiğimden emin oldum.

"toy çağımda öğüt vermişti babam, hâlâ küpedir kulağıma.
"ne zaman," demişti, "birini tenkide davranacak olsan , hatırdan çıkarma, herkes senin imkanlarında gelmemiştir dünyaya!"

ya. isteristemez merak ediyorum orijinalinin nasıl olduğunu. bence iki farklı kitabı okumak gibi olacak...
(eve gelince idefix'ten baktım. bu basım bitmiş. 2009'da başka bir yayınevinden tekrar çıkarılmış ve elbette ki yine can yücel'in çevirisiyle. hayat ne güzel! ve diğer yandan elimdeki kitap papirüs'ün 94 yılındaki 4. baskısı. ama baktım, ilk baskı, 1974'te. Can baba, bir elinde şarap, muhteşem gatsby'yi çeviriyordu 1974'te demek ki:))