23 Mart 2016 Çarşamba

bir duygu

gemiden denize doğru uzatılan bir kalasın üzerine çıkarılmış, elleri gözleri bağlı kurban/suçlu.

gece uykuyla uyanıklık arası, rüyayla hayal arası kendimi böyle görüyorum. o bir şeyler söylüyor, anlatıyor. duyamıyorum, duyduğumu anlayamıyorum, kelimelerin anlamını biliyorum ama kendimle ilişkilerini kuramıyorum.

ince düz bir kalastayım.
en eski bilgi var aklımda: bana bir tuzak kuruluyor.

rüyanın dokusuyla değişiyor kalas. görmüyorum da biliyorum. yana doğru genişliyor, öne doğru uzuyor. geniş bir düzlük üzerindeyim şimdi neredeyse, ama aklım hala arkada varlığından emin olduğum kılıçta. benden birşey yapmamı istiyor. ya da yaptığım bir şeyi yapmamamı. bu düzlüğün ortasında ne yöne hareket etmek gerektiğini düşünerek dikilip duruyorum. yardımıma içeriden yetişen bir bilgi yok. ne yapmak istediğim, yapabileceklerim ve yapmam gerekenlere karışıyor. etraf genişleyip açıldıkça belki olasılıklar artıyor ama benim duyguma göre hiç bir olasılığa imkan yok. hareket etmem mümkün değil.

o kılıç orada oldukça yapabileceklerimin çeşitliliğinin, yapma irademin hiçbir şeyin anlamı yok.
felç halindeyim. ardımda bir bekleme hali. o bekledikçe benim felcim derinleşiyor. derinleşiyor.

üzüntü ve öfkeye, bedenim öfke ve üzüntüyle tepki vermeye çok alışmış. hep alıştığım şu "bana tuzak kuruluyor" duygusu. şimdi ve burada, ayan beyan ki ben başaramadım ya da ben eksiğim ve bu gerçek artık bu iki kişi arasında bir değişmez sabit olacak ve ben hep bir çukurdan sesleneceğim, sesim boğuk, hep arkadan koşturacağım, çünkü çok zaman kaybettim. şimdi bu kılıç beni bir türlü henüz dürtmeden ama, özgür bırakmaz, beni bir eyleme zorlarken, benim tüm eylemlerim bir yenilginin skoru olacak, o yengi istemiyor olsa da. sadece bu yenilginin değil, hep yenik, biraz yenik başlanacak, yenmek bir yana şartları eşitlemek için bu düzlüklerde böyle defalarca kaybolacak gibi hissediyorum kendimi.

bu dün geceydi. gündüz başka bir şey oldu.
vapurda şöyle düşündüm.
kılıç yoktu.
kılıcı oraya ben koydum.
zihin görmediğini, deneyimleriyle doldurur. deneyim ise kimbilir ne kadar doğrudur?
o koca düzlükte tabii ki gidilecek hiç bir yer yoktur.
sadece geri dönüp, olmayan kılıca doğru ilerleyebilirim.


trivia: walk the plank, walking the plank deniyormuş. kalası arşınla demek geldi içimden:) kalası adımla...


12 Mart 2016 Cumartesi

bir iş dönüşü

Bir akşam saati dönüş yolunda, üsküdar'dan geçerken, doğal düşmanı olmadığı için kontrolsüzce üremiş bir türün yaşayışına baktığımı hissettim. kendimi de içine katarak elbette (haddimi hep bilmekle övündüğüm doğrudur.)

kontrolsüz çoğalmanın sebep olduğu yoksunluk, öfke, nefret ve savaşın ürettiği çeşitlilik hiç de şiirsel değil. bu çeşitliliğin göbeğinde yaşayıp, yaşamın içerisinde yuvarlanıp giden, çeşitliliğin tanıklığıyla gönenmek yerine basbaya travmatize oluyorum. (travmatize olmanın dilimizdeki karşılığı ne ola?) oluyoruz yani. her birimiz. bu çeşitliliğin tüm bileşenleri.

Hayalimde, holivud klişesi cümleler sarf eden, holivud ışıklı, holivud makyajlı, efektli, ışıl ışıl, dişleri düpdüzgün, bembeyaz, saçlarında kontrolden çıkmış tek bir tel olmayan, tırnakları kirlenmemiş, kılığı kıyafeti üstünden sarkmaz karakterler ekledim kalabalığa. yaklaşıp birilerine, "düşlerinin peşinden koşmalısın", "hayır dostum, bu senin suçun değil", "yapabilirsin", "o da böyle olmasını isterdi" falan dedirttim insanlara.