26 Ekim 2015 Pazartesi

kendinden sakladığın acı


savunma mekanizmalarımız hayata tutunmayı kolaylaştırır. başa çıkamayacağımız acı ve çaresizlik duygusuyla yüzleşmemek için olan bitenle aramıza mesafe koyuyoruz. Özgecan eve dönüş yolunda bindiği dolmuşun şöförü tarafından öldürüldüğünde duyduğumuz öfke, ülkenin her yerinde bizi sokağa çıkmaya, itiraz etmeye, isyan etmeye çağırırken, Dilek Doğan'ın öldürülmesi daha sessiz bir acıyla içimize kazınıyor.

haberlerde geçen "dhkp-c ye düzenlenen operasyonda", "terör operasyonu sırasında" şeklinde cümleler, Dilek Doğan ile halkın arasındaki mesafeyi açıyor.

insanlar bir çok yerde, diyarbakır'da, suruç'ta, ankara'da, cizre'de, lice'de ve öncesinde de devlet parmağı olan tüm bu ölümlerde, ölenlerle arasına bir mesafe koyarak başa çıkıyorlar. "orada" yaşanmışsa bir sebebi vardır, "orada" ne işleri vardı?, örgüt üyesiymiş; dillendirilmese de zihinlerde çoktan yuvalanmış bu kalıplarla kendilerini koruyorlar. aksi takdirde, şüphe duyduklarında yaşamlarına devam edemeyecekler. duyarsızlıklarını koruyan herkesin kafasında saklı bir "baba devlet", içerisinde korkuyu da, şiddeti şefkatle meşrulaştırmayı da beraberinde getiriyor gibi geliyor bana. "bakın ben sağım, benim başıma bunlar gelmez, polis evimi basmaz, benim olduğum yerlerde bomba patlamaz" inancıyla, babasına karşı durmayan, bu yüzden babadan zarar görmeyen, onanmış vatandaşlarmış gibi koştura koştura işlerine koştura koştura evlerine giden, faturasını ödeyip, kredi kartı borcunu azaltma planları yaparak babalarına yakışır evlatlar olmakta beis görmeyen kalabalıklar içerisindeyiz.

trafikte, bütün bu ölümlere duyulan öfkeden kat be katı öfke duyuluyor. biri yürüyen merdivenin sağına geçmesin hele! metroda, finikülerde kapılar kapanmadan önceki son saniyede içeri girmeleri önlerindeki birinin yavaşlaması yüzünden mümkün olmasın! devlet babasının ona layık gördüğü dünyasında, babasının kurallarının polisi olmuş, gözde evlat olmak için koştura koştura yaşadığının farkında olmayan kalabalıklar, tabi ki devlete değip dokunmadığını düşündüğü, münferit bir canavara öfkesini akıtabildiği Özgecan'ın katiline duyduğu öfkeyi rahatça sokaklara taşırken, Devletin polisinin kendi evinde vurduğu Dilek Doğan için kendinden bile gizli bir acıyı sessizce içine gömüyor. suçluluk duygusuyla, kendi evinin asla basılmayacağından baş edebiliyor.

dün keyifli bir günün sonunda birkaç bira içip sohbet ederken üstüste 3 ölüm haberi aldık. Dilek Doğan, Fehmi Demir, Hande Demircioğlu.
Dilek'i polis öldürdü. Fehmi trafik kazasında hayatını kaybetti. Hande evinde ölü bulundu, sebebi bilinmiyor.

Ama ben diyorum ki bu ülkede, tüm ölümlerde devletin biraz parmağı vardır.
kurulan sistem insan dostu olmadığı için yaşamın her alanında ölebileceğimiz mayınlar döşeli. anında ya da yavaş yavaş. trafik kazaları, eğitim, sağlık sistemleri, hukuksuzlaştırılan yargı, tüketimle köleleştirme, devletin halkına saygı duymaması, kendimizi suçladığımız mutsuzluğumuz, bunların hepsi çirkin, kötü ve çok güçlü olan failin maşaları, cinayet aletleridir. ölenler de birer birer hepimiziz.

Hiç yorum yok: