28 Ekim 2015 Çarşamba

kutuplaşma üzerine mırıldanmalar

saat geç, yatmam lazım. ama biraz karalammak iyi gelecek.
bugün kendimi iyi hissetmeyi becerdiğim bir gün oldu.
boyamı aldım. yemeklerimi evde yedim. evde yemek nefis bir şey. kendi öğününü yapmak öyle iyileştirici ki.
kışın gelmesi mutlu ediyor. biraz içeri çekilme şansı. daha çok okumak daha çok yazmak imkanı. yavaşlamak, sakinleşmek keyfi.
tabii memleket meseleleri izin verirse.

duş yaparken aklıma daha önce bir bakanın (hangisi olduğunu unuttum, unutmamam lazım. hemen google layayım, Recep Akdağ imiş) kör birine. "sana iş verdik daha ne istiyorsun" demesi geliyor.
işte vidyosu da burada:

akp takipçilerinin bir şekilde vicdanlarıyla değil belki ama yerleşik değersizlik duygusuyla buna katıldığını düşünüyorum. 'körsen, eksiksin. eksik yaşıyorsun ve bahşedilene nankörlük etme.' şu yüzde 99'u müslüman ülkede yaşıyoruz lafı da oraya geliyor aslında. alevisin, azınlıksın, ses çıkarmadığımıza dua et, ermenisin zaten, bu topraklarda karnın doyuyor daha ne istiyorsun? gibi gibi. "vatandaşlık" bilgisinin eksikliği bu. anlatabilmek lazım. demokrasi demek aslında azınlığın da çoğunluk kadar gözetilmesi demek. seçkin bir zümre yaratacak şekilde değil, azınlık olduğunu hissetmeyecek, kendi vatanında yaşamaktan gurur duyacak, hükümetini sahiplenecek kadar.
çok basit. çok temel.

kamplaştırma ile karşı karşıya getirildiğimiz noktalarda, bize seçilen rolleri sahiplenerek kutuplaştırmayı arttırarak aslında akp'nin ekmeğine yağ sürdüğümüz kesin. saldırdığımızda elbette daha sıkı sarılıyorlar akp'ye çünkü duygularıyla hareket ediyorlar ve onun arkasında gerçekte yatan evrensel vicdan sekteye uğruyor, çünkü savunma durumuna geçiyorlar.
çok basit. çok temel.

daha tuhafı benim gibi muhalif olanların bir zamanlar onları ezen iktidar olduğumuzu sanmaları. bunun benim hissettiğim şeklini anlatabilmeyi öyle çok isterdim ki. benim varoluşum iktidara müsait değil. iktidar denen şey yok olana kadar benim iktidarım söz konusu değil. ben ve benim gibiler ömürlerdir muhalifiz. ve de ezileniz ve de en azınlığız, bu yüzden de en mağduruz aslında. en kucaklayıcı olmaya çalışanlardanız. azıcığız ama ayakta kalıyoruz bir şekilde. mağduriyetin tanımlanmış belirtilerini göstermediğimiz için, zalim sanılıyoruz. elbette denebilir ki daha derin mağduriyetler, daha temel yalnzlıklar var. inanılmaz, açlık derecesinde fakirlik, izolasyon, ve ölümler var. tabi buradan çıkıp mağduriyet yarıştırmak saçmalık olur. karnım tok. kendi yaşamımın iplerini devlet izin verdiğince kendi ellerimde tutuyorum. kendime aitim. ama bu noktada toplumun diğer kesimleriyle duygudaşlık sağladığı sanılan din, toplumsal cinsiyet rolleri, milliyetçilik anlayışım olmadığından aidiyetle ilgili sıkıntılar yaşıyorum. bir yandan özgürleşip herkese eşit uzaklıkta durabilmeyi becerebilirim. ama dışlayıp, tükürüyor benim gibileri sistem. marjinalleşiyorum. halk düşmanı oluyorum. vatan hanini. kutbun en uzak uçlarından biri.

dediğim gibi mağduriyetler üzerinden empati yapmaktansa belki "insan" ve "vatandaş" olma haklarının evrensel asgari müşterekleri üzerinden temas etmek gerek. çünkü içinde yaşadığımız ülkede herkes mağdur. mutlu kimse var mı? tüm gücü elinde bulunduran, diktatör olan adama bir bakalım hele. nasıl bir insan haline geldi böyle? olduğu şeyle başa çıkılabilir mi? bu akşamki yemeği benimki kadar lezzetli miydi? uykusu dinlendirici mi? onu böyle biri haline getiren şey sadece karakterindeki zayıflık, ya da acımasızlık ya da psikopatlık mı? (bu kısımda salaklaştığım, naif, aymaz olduğum düşünülebilir. ama bazen öfkenin yerine üzüntü koyabildiğim hallerde bir perde aralanıyor ve o "düşman" algısı böyle tuhaf bir şeye dönüşüyor. affetmiyorum. anlamıyorum da. kabul de edemiyorum aslında bunca muhteris, tamahkar olmayı. ama içinden çıktığı kültürün, yapının dahi aslında her bir değerini yıkıp geçecek bu hale kendi başına geldi denebilir mi? işgüzarların teşviklerini unutacak mıyız? faydacıların kayırmalarını, korkakların yaltaklanmalarını, şelaleden sıçrasa kardır diyenlerin emre amade olmalarını, koca koca güçlü insanların para için el pençe divan durmalarını? peki onları kim, kimler, hangi sistem yarattı. kendimizi ve dahi ben de kendimi hariç tutabilecek miyim bu "suçlular" listesinden?)

başka erdoğanlar yaratmayacak bir ülkenin hayalini kuruyorum. ama acıklı olan şu ki, bu dünyaya, gezegen olarak yani, o kadar ömür biçemiyorum. ufkumuzda bir distopya var, kahramanlarının hollywoodun yarattığı kadar cilası olmayan bir "mad max" dünyası. ve almamız gereken yolu alamazsak sadece onca yoksunluk içerisinde, vicdanın olmadığı, bugünlerden çok daha korkunç bir gelecek bizi bekliyor. böyle düşünüyorum.

yine de yukarıdaki paragraftan pek çıkmasa da umutluyum. insan öyle sonsuz olasılıkları ve mahareti barındıran bir form ki:)

güzel başlayıp apokalipsle biten bir yazı oldu:) ben de bunun üzerine, yine de her ne hikmetse ağzımda bir ufak gülümsemeyle uykuya yatayım. küçük ölüm beni sarmalasın.

iyi geceler.


bu arada Kamp armen gerçek sahiplerine iade edilmiş! benim hala umudum var!

Hiç yorum yok: