26 Ağustos 2009 Çarşamba

sahilde bir günbatımı yürüyüşünde neler gördüm.


yürüyen tombul insanlar, koşan gayet dinç olanlar, güzel kılıklı bisikletliler gördüm.

yürüyenlerle gözgöze gelmek biraz tatsızdı. kendilerini vakfetmiş yürüyorlardı ancak durum umut verici görünmüyordu. daha zorlu bir egzersiz yapmamaktan dolayı suçluluk ensede, yürümekten vazgeçebilecek kadar cevval olamamaktan ezik, yürümekle zayıflayacağına inanmadığından bezgin, yürümekten yüz bularak iştahını kısmayı ertelediğinden kıçı ağır, taşıması zor, canım günbatımında aslında bir keyif şekli olabilecek aksiyona kendini ite kaka attığından öfkeli, seke seke koşabilen formu sağlamlara kırgın, gözgöze geldiğinde, bunların ne kadar görünür olduğunu bildiğinden neredeyse saldırgan... kulağında müzik, incecik, narincecik olanlar da var, ama onlar da o kadar sert bir mesafe koymuşlar ki etrafa bu canım havada, bu harika saatte bu denli somurtmak, hiçbir güzellikte sağlığa işaret edemezmiş gibi geliyor bana.

koşanlar sadece daha fit değil, aynı zamanda daha da sempatik. bu gerçek. yorgunluk sevimliliği arttırıyor. ve bu daha gönüllü bir yorgunluk. çünkü efor tuhaftır. küfrederek başlarsın, 15-20 dakika sonra bir güzel ısınınca bir bakarsın hiç bitmesin istiyorsun. içerden dışarıya keyif hareket eder efor sarfederken. bir filmi ilerken aldığın haz gibi pasif tanıklıkla değil, kendi özkaynağından, kendinden aldığın haz olduğu için, çok tatminkardır ve sanki sadece ter değil, biraz da neşe üretir. bana kalırsa göz teması kurabildiğin koşan herkesi gülümsetebilir insan. en ciddi ve asık suratlısı bile içerde mutludur çünkü.


güzel kılıklı, dinamoyla yanıp sönen farlı bisikletlilere hep bayıldım zaten. tüm aksesuarlarına, onların minimalliğiyle ters orantılı işlevselliklerine. hiç "bisikletçi" olmadım ama gönlümde kesinlikle fahri bisikletçi olarak süzülür, suluğumdan gururla kaybettiğim sıvımı alır, aerodinamik gözlüklerimlemanzarayı süzer ve üzerimdeki tiril giysinin kenarlardaki küçük salınımlarıyla hızımı ölçerim

bir kapının işlevini kaybetmek bahasına ihtişamını nasıl kazandığını gördüm.
yarın bunun fotoğrafını çekip tam bu cümlenin altına yerleştireceğim.

demir bir kapı. zaten hep güzelmiş. bu sahil tarafına açılan bir bahçe kapısı. büyük, yüksek. konumu yüzünden kullanılmaması insanı üzüyor biraz, ama o kadar harika sarmaşık kaplamış ki! bakmalara doyulmuyor. açılmayan güzel kapı...

tür tür cins köpekleri gezdiren insanlar, kendisinin on katı büyüklüğünde köpekle oynaşıp onu kovalayan bir başkasını gördüm.
yaşı büyükçe bir çocuğun, küçücük bir veletle oynaması gibi görünüyordu aynı. büyük kovalıyor küçük kaçıyordu. sonra küçük kovalamaya başlıyor, büyük kaçıyordu, mesafeyi açmadan, oyunu bozmadan, tadı kaçırmadan. oyun oyun içindir! oldum olası yenmek için kolay yollara sapanlarla oyun oynamaktan değil, "oyun ruhu"nu şad etmek amaçlı oyun oynayanlarla oynamaktan keyif almışımdır. burada derhal bu konudaki en tuttuğum kankalarımı anmam gerekir. yüzlerce yıl öncei lise çağlarında aykut ve tolga, yıllar sonra yiğit ve ibir. evet, direk önlerinde eğiliyorum. oyun arkadaşlığının kutsal ruhları gözetsin onları!



oynaşan köpeklere dönecek olursak, benim kazu kızı düşündüm hemen. nasıl cazgır, nasıl yaygaracı olduğunu. buradaki tüm türler böyle bir barış, bir ağırbaşlılık bir sükunetle donanmışken, benimkinin taşra heyecanını ve görev bilincini düşünerek güldüm. beni çekiştirerek mi yürür, yoksa bu sıralar yaşından dolayı yaptığı gibi tembel ve gönülsüz takip mi eder? annemlerin orada gezdirirken başka köpeklere havlamıştı, buradaki her birine havlayarak beni deli mi eder?mmmh, evet kesin deli eder...

kıyıda, bileklerine kadar suyun içerisinde, kıçı günbatımına dönük, kuyruğunu bir o yana bir bu yana devirerek yürüyen bir martı gördüm.
upuzun bir mesafeyi böyle, pençeleri bileklerine kadar suyun içerisinde yürüyerek katederken yeni terkedilmiş bir aşık gibi görünüyordu. dönüşte bu sefer bir başkasını sahilde oyalanırken gördüm. bir başkasıydı diyorum, çünkü rengi daha koyu gibiydi, deniz öyle dedi (kıyıya vuran değil, yürürken koluna sarmaştığım). buluşmayı kaçırmış, şaşkın bir martı olduğunu düşündük bu seferkinin. hatta ben daha ileri gidip "belki bugün onların senede bir günüydü" dedim. deniz beni ne zaman ciddiye alıp ne zaman almayacağını gayet güzel ve kolaylıkla öğrenmeye başlamış biri olarak en doğru gülüşle savuşturdu zevzekliğimi.



Hiç yorum yok: