4 Ocak 2009 Pazar

"lütiye'ye açık(!) mektup"


(prelude)
ey lütiye, my precious,
sana bu mektubu diye başlamadan, paradoksa bulaşmadan, yoldan ayrılıp keçiyollarına sapmadan mektuba devam edeceğim.

(serim)
ey lütiye, my löve,
bu dişinin, her bir diğer dişi gibi "lüzumsuz" temasla darmadağın olacağını bilmez misin? ah, bal gibi bilirsin elbet. o dokunuşların, bedenin ötesine geçtiğini bilmez misin? ah nasıl da bilirsin!

(seyirciye oynama)
lütiye, my pain-in vein-
ve şimdi, kendin için değil, bana bir hediye verir gibi, ve neredeyse bir lütuf, ama böyle vefa ile, sanki şefkat ile, sıcak tutsa da acısı yavaşça ancak azalacak ısırganotundan bir battaniyeye arzuyla, bilerek sarılmak gibi değil miydi ah sana dokunmak? o zaman bu nasıl vefa? nasıl bir şefkat?

(i do know, i really do)
everything's in its right place
(verstehe ich!)
lütiye, i miss,
ama bir ayna olması gerekmiyor mu? "benim" gibi oyunbaz mısın sen de? seyretmek seven? kurdun mu her bir "o" anda? nasıl da tanırım bu duygu arsızlığını! bu: his noksanlığına panzehir gibi konulan, ama yaramaz, hiç bir işe yaramaz, uzaklaşır uzaklaşmaz yokolur, kalmaz en tanıdık olan bile, asla asla cazip değildir, sadece kolay zaferler olduğu için değil, ah o eksik, ah o lanetlenmiş noksan, yaşamaya devam edecek kadar yeterlisindir de -işte o lanet- bir türlü tam değilsindir. baktığında görürsün de görmek istediğin o değildir. her bir oyunda aslında bu sefer farklı olsun diye dilersin ama noksanı çoktan tanımlamışsındır ve kimse yerini tutamaz, ne de zaten kimsenin kararına bırakılmamıştır.

Hiç yorum yok: