1 Ocak 2016 Cuma

hepi niyüv yiır

yılın ilk günü:



salinger'in 'münzevi'liğinin ingilizcede nasıl kullanıldığını bulmaya çalışırken salinger sendromu diye bir şeye denk geldim.
20 yüzyılın salinger'i gönülçelen bir münzevi yazar iken 21. yüzyılın salinger sendromu şöyle bir şey ki adını bir philip salinger'den almış:
"internette gördüğü her bilgiyi doğru kabul etme hastalığı"

bu yeni bulgum üzerine çok gevelenmek istiyorum. sanıyorum ki acayip keyifle zevzeklenebilir, göndermeler yapabilirim. mis gibi zihin egzersizi olur.

olur ama bir başka zihin egzersizi buraya nasıl geldiğimi kurcalamak olur. neden şu anda ekranımda hem bloğum, hem tureng, hem imdb sayfasında chantal akerman, hem göstergebilim for dummies tadında bir ekşi sözlük entrisi, ve bittabi "how to avoid salinger syndrome?" başlıklı bir başka sekmenin açık olduğunu, üstelik acrobatta açık olan feminist film kuramını atlamadan, zihin sıçramalarını takip etmek daha zevkli sanki.

cümleyi bitirmeden mutfakta altı kapandığı için biraz ılındığı halde özlemle doldurulan bir fincan çayın araya girmesi, geçmişe, çok yakın geçmişe bu yolculuğa engel olacak mı acaba? olmuyor...

beri yanım da diyor ki, hadi tüm bu yolculukları boşver, sen ilk yolculuğuna devam et, kır dizini metnini oku.

daha geride, sürüngen beynime yakın bir yer de diyor ki, canım bedenzihincanlı, sen değil misin bikaç saat önce şu kumaşlardan yapayım çanta diye gidip yatağın altına depoladığın kumaşlardan kumaş beğenen, onları seçmeden önce internette kendin yap sitelerinden çanta modelleri beğenen, ya da hiçbirini beğenmeyip, kendi çantamı kendim tasarlarım artizliğine soyunan ve bundan önce bu çanta meselesini sana çağrıştıran arnavutluk seyahatine yakın para işlerini batırdığın için çantaya para vermeme fikri banyoda aklına geldiğinden değil miydi ve sen hani bugün dijital dünyaya hiç bulaşmadan sadece elinde Banu'nun İrem aracılığıyla sana ödünç verdiği 2006 lonely planet batı balkanlar kitabından en analog halde arnavutluk tiran ve civarda gidebileceğin yerleri incelemeyecek miydin de buraya nasıl geldin acaba yine ellerin klavyede, ha aferin tam bu saniyede aklın başka yerlere uçmayı bırakmış tam şimdi tam buradasın? of.

çay almaya gittğimde sesli söyledim "acaba insan aklı bu kadar darmadağınıkken nasıl hayatta kalmayı başarabilir?" Ev arkadaşım dedi ki, "başkalarının öyle değil miymiş?" dedim ki "evet, doğru, herkese bir başkası hep daha doğru görünür" dedim. dedim ama işte tüm zihinbedencanlılar gibi bu zihinbedebcanlı da sanki bir şeyler sadece ve sadece kendisine özgü olabilirmiş gibi hissedip düşünmeyi, kendini kayırmayı seviyor. zihnim darmadağınık! ve eğer sadece ben böyle değil isem, ve herkesin darmadağınık ise ve tüm diğer insanlar bununla başa çıkabiliyorlarsa bu  bu...  ama bir dakika, bu da kendini ayırmaya bir eğilimin dışa vurumu mu yoksa. belki herkes zaman zaman sadece böyle (didaktikleşmekten korkmaya başladım)

yetenek sınavlarına hazırlanırken şunu fark eder çoğu kişi: "bariz orantı vb hataları yoksa, başkasının çizgisi kendi çizginden hep 'güzel'dir, 'eğitim'lidir, 'karakteristik'tir, 'artistik'tir". ev arkadaşıma doğru önerme tadında yumurtladığım şey buradan gelir. hep "başkası" daha doğru, hakiki ve vb ve vb gibi hissedilebilir.

ılık çayım bu noktada biraz daha ılınmış ama yudumdan aldığım zevk yerinde.

salinger in münzevisine şöyle varmıştım. of amanın buna yeni paragraf istiyorum:

bir grup kuruldu. nefis ve tadından yenmez. kadın filmleri izleyip feminist sinema üzerine okumalar ve sohbetler yapıcaz. ben de okumaya başlayayım dedim ve önerilen metinlerden birine acrobatımı açıp, ekran karşısında (okuma işi ekranda yapılsa da analog br iştir hala) elimde digital kalem alt çizmek için, okumaya başladım. 3. sayfası:


bu paragrafı okurken, zaten metin de bana kalırsa sıçramalı, onu okuyan benim zihnim de, metin çok şeyi az özetleyip konuya gelmeye çalıştığından, zihin, malumunuz sırf sıçramanın kendisini sevdiğinden. kadın meselesini bir kenara bırakmış sayfanın kenarına şöyle bir not alırken buldum kendimi:

okuyamayanlar için:

"sanki 20. yüzyılın değerini bilememişiz gibi geldi. radyo, sinema, televizyon. onları analiz edemeden sindiremeden bir sonraki aşamaya geçtik ve tekamül olasılığını sanki başka bir evrimle takas ettik. can i be a "

işte o "can i be a..." benim bazı şeyleri söylemekten utandığımda ingilizce söyleme salaklığımdan kaynaklanıyor. ingilizce söyleyince utanmayacakmışım bunu diyen kendimden gibi, zira kendikendime konuşmalarımda olan bir durumdan bahsediyoruz. başkalarıyla konuşurken 1. utanacağım şeyler söylemiyorum (eğer elimden gelirse). 2. eğer illa da söylersem onu ingilizce söylemiyorum. işte durum bu. kadın meselesinden, kendimi evrimini ıskalamış bir dünyada yaşayan biri olarak tanımlayıp, -ha buradaki eogosantirik şenlik çeşitliliğine kendi başıma ingilizce olarak girsem daha iyi olacak- boyumu aşan bu durumdan köprüden sonraki son çıkıştan önce -yeri gelmese de kullandım- kendimi araklamak için münzevi olmaya karar verme olasılığını kurcalıyorum!

yazıyı ağırlaştırmak istemem ama bir yaşam biçimi olarak münzevilik üzerine düşünmeye başladığımı da buradan ele güne haber vermiş oluyorum galiba ama yani bu bir süreç tabi sanırım, zannımca ve zaten benim her bir fırsatta yeni büyük radikal karar verme maymun iştahlılığımla bu durumda çok da ciddiye alınacak bi şey yok.

hem yeni bir yılın tam da ilk gününde, alkol ertesi insan bir miktar zihin dağınıklığı, yeni kararlar verme eğilimini bünyesinde taşır.

bu kadar. bu günlük. şu metni okumak istiyorum gerçekten. sonra da şu resimdekinden yapıcam.

Hiç yorum yok: